Cumartesi günü Boğaziçi Üniversite’sindeydim.
Güney Kampüsü her zamanki gibi cıvıl cıvıldı, yüzünü sakınmayan kış güneşinin de yardımıyla. Ben bu kampüsün hep kışını görmeye alışkınım, ODTÜ’de okurken liseden arkadaşlarımızı ziyarete hep Şubat tatilinde gelirdik. Bugün memleketim Ankara’da ve ODTÜ’de okumuş olmakla kendimi çok şanslı hissediyorum. Ama doğrusu bu pek de bilinçli bir tercih olmamıştı; Boğaziçi İşletme, İktisat’tan sonra, ODTÜ İktisat dördüncü tercihimdi. Ne tesadüf, 30 yıl sonra Boğaziçi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde bir sınıfa “hoca” olarak girdim 😄.
BÜYEM | Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi’nin Pegasus Airlines yöneticileri için düzenlediği “Go Ahead – Fark Yaratan Lider Programı”nda Tasarım Odaklı Düşünmeyi anlattım.
Tabii yine post-itlerle marker’larla gittim, eller çalışmadan olmaz. Post-itleri görünce insanlar ister istemez gülümsüyorlar. Oysa mesela excel tabloları dağıtsaydım veya hesap makinası, öyle bir meltem eser gibi olmayacaktı ortam. Post-itin, belki de marker’ların kokusunun verdiği bir oyunsu’luk, biraz da belirsizliğin verdiği tatlı bir ürperti var. Evet ben tarafsız değilim bu tasarım odaklı düşünmeye karşı ve abarttığımı düşünebilirsiniz. Ama doğamızın, excel’e nazaran post-it’e daha yakın olduğuna eminim.
Hele insanlar kendi kendilerine kaldıklarında, kağıtlara (kırt-kırt) bir şeyler yazmaya başladıklarında düşünceleri şekilleniyor, diğerlerinin yazdıklarını gördüklerinde ise algıları çeşitleniyor. Aynı şirkette çalışan farklı uzmanlar uygun ortamda bir araya geldiklerinde iyi bir rehberlikle önlerindeki sorunlara (kabak tadı vermiş olanlara dahi) çok yaratıcı yaklaşımlar getirebileceklerine inanıyorum.
Denemek isterseniz ben buradayım. 😉