Konuştuğumuz dil dünyayı görme biçimimizi (nasıl anlamlandırdığımızı) ve davranışlarımızı etkiliyor.
Yirminci yüzyılın başlarında, aralarında Edward Sapir ve öğrencisi Benjamin Lee Whorf’un da bulunduğu antropologlar ve dilbilimciler bu kışkırtıcı hipotezi öne sürdüler.
Dilin, yaşantılarımızı nasıl etkileyebileceğine dair bazı kanıtlar ve yaşantılarımızdaki olası etkilerini yapay zekaya sordum, şöyle toparladı:
“Renk Algısı: Araştırmalar, bir dildeki renk terimlerinin sayısının, o dilin konuşanlarının renkleri nasıl algıladığını etkileyebileceğini göstermektedir. Örneğin, Rusça’da açık mavi (“goluboy”) ve koyu mavi (“siniy”) için ayrı kelimeler bulunması, Rusça konuşanların bu tonları ayırt etme yeteneklerini İngilizce konuşanlardan farklı kılabilir.
Uzamsal Algı: Bazı dillerin uzamsal ilişkileri ifade etme şekillerinin farklı olması, konuşanların uzamsal düşünce kalıplarını etkileyebilir. Örneğin, bazı diller yönleri (kuzey, güney, doğu, batı) kullanırken, diğerleri nesnel terimleri (sol, sağ, ön, arkada) kullanır.
Zaman Algısı: Dilin dilbilgisi yapısı, zamanı nasıl algıladığımızı etkileyebilir. Örneğin, bazı diller geçmiş, şimdi ve geleceği nasıl düşündüğümüzü etkileyebilir.
Kültürel Normlar ve Değerler: Dil, kültürel normları ve değerleri yansıtabilir ve pekiştirebilir. Bir dilde bulunan kelimeler ve ifadeler, belli kavramları veya fikirleri vurgulama eğiliminde olan konuşanları etkileyebilir.
Cinsiyet ve Kimlik: Bazı diller, cinsiyet özgünlüğünü ve ifade edilişini etkileyebilecek cinsiyetle ilgili zamirler ve dil özelliklerine sahiptir.
Bu örnekler, Sapir-Whorf hipotezi için bazı kanıtlar sunsa da, dil ile düşünce arasındaki ilişki karmaşık ve çok yönlüdür. Dil, düşüncemizi ve kültürümüzü etkileyen birçok faktörden sadece biridir. Ayrıca, dilin düşünceyi mi belirlediği yoksa sadece etkilediği derecesi, dilbilim, psikoloji ve antropoloji alanlarında devam eden araştırma ve tartışma konusudur.”
Bu konuyu ara ara düşünüyordum, dün Sevgili Umay Yılmaz‘la bazı kişisel gelişim kitaplarını orijinalinden (İngilizce) okumanın kavramak için daha iyi geldiğinden konuşuyorduk. Türkçe tercümeler çoğunlukla o “aydınlanmayı” sağlamıyor. Tevekkeli değil, batılı toplumlar bu konuda (kişisel gelişim) bizden daha fazla yol almış görünüyorlar.
Sizce dilleri mi onlara bu esnekliği sağlamış, yoksa buna önem verdikleri için mi dilleri o yönde gelişmiş? Hemen acele etmeyin biraz düşünün 😊