Yılbaşı gecesi yemekten sonra masayı topladık ve ilk kez geçen yıl yaptığımız gibi önceden hazırladığım formları dağıttım.
Ev halkı biraz oflaya poflaya doldurmaya başladı. Geçen yılın en güzel hatırası, en gurur duyduğum şey, çıkardığım en büyük ders gibi soruları… Tabii aynı zamanda “gelecek yıl” şunu öğrenmek, şunu denemek, şuraya gitmek, şu konuda daha iyi olmak istiyorum gibi niyetleri, hedefleri… Çocuklar biraz daha “oyuncaklı” formları renkli kalemlerle, biz de eşimle daha sade olanları tükenmez kalemle doldurduk.
Daha sonra geçen yıl doldurduğumuz formları çıkardım ve hem geçen yıl hem bu yıl neler yazdığımıza baktık. Kızım geçen yıl adını yazdığı en iyi arkadaşının kim olduğunu hatırlayamadı. En sevdikleri renkler, yemek ve favori hayvanları ise değişmemişti.
Benim ve eşimin geçen yıl bu yıl için en çok yapmak, gitmek, denemek istediğimiz şeylerin, şimdi doldurduğumuz gelecek yıl beklentilerine transfer olduğunu gördük. 😏
Ama benim asıl hayıflandığım konu ailecek favori anlarımızı bulmakta biraz zorlanmamız oldu. Ben en çok bu konuda bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim.
Kızım onunla karşılıklı konuşmak dışında (tamam, benim nasihat vermem dışında diyelim) benimle başka şekilde zaman geçirmek, (örneğin gezmek) istediğini söyledi. Bu kaliteli zaman geçirme konusu malum bizim neslin ebeveynlerin başını yedi. Ben her fırsatta çocuklarıma hayattan inciler aktarmaya çalışıyorum. Onların bakış açısını anlamaya, biraz mentorluk yapmaya çalışıyorum. Yani çevremde benden fayda görmek isteyen kişilerin, beni üniversitelerine, online buluşmalarına çağıran veya Linkedin’den bana ulaşan gençlerin benden almak istediklerini vermeye çalışıyorum. Tamam çocuklarımın yaşları daha küçük ama birbirimizi anlayabileceğimiz yaştalar. Biraz da kendimi, hiç görmedikleri büyüklerinin hayatlarından kesitler anlatmak, ailemizi tanıtmak istiyorum. Tabii onlar hikaye formunda olsa da nasihat dinlemek istemiyorlar. Bilmiyorum ileride ne düşünecekler, ne kalacak veya bir şey kalacak mı onlara bu sohbetlerden.
Bence bütün zamanların en yetenekli aktörlerinden ve duyarlı insanlarından Robin Williams’ın bir söyleşisinde kaderin cilvesine hayret etmiştim. Robin Williams, kızı Zelda’ya yatağında masal okurken, kitaptaki karakterleri canlandırarak sesini değiştirerek okuyormuş ama kızı bundan hoşlanmıyor ve kendisi gibi (oynamadan) okumasını istiyormuş. Raflar dolusu Oscar, Grammy, Emmy vb ödülleri olan baba senin için performans sergilesin, sen “numara yapma baba” muamelesi çek!
Zelda’ya böyle hissettiren neydi acaba, bir aktör değil, baba mı istiyordu? Aslında çocuklar böyle taklitlerle kitap okuyanları severler, hatta öyle okumaları için ebeveynlerine baskı yaparlar diye düşünürüz, ama belki her çocuk değil, belki de bir aktörün çocuğu değil.
Çocuklar (insanlar diye de okuyabiliriz) bizden neyi almak istiyorlarsa onu alıyorlar, bizim vermek istediğimizi değil (mi?)